13 Eylül 2012 Perşembe

Yavuz Sultan Selim Han

Türk Tarihinin eşsiz Cihangiri, YAVUZ SULTAN SELİM HAN

birileri çıkıp fatih kanuni demesin. Çünkü dünyada sadece iki üç cihangir vardır. Biriside Yavuz Sultan Selimdir. 

Sultan Selim-i Evvel i rametmeyüp ecel 
Fethemeliydi alem-i şanı MUHAMMEDİ diyerek özetleyen Yahya Kemal Bayatlı , ecel yavuzu almasayadı, bütün dünyayı fethemelidi diyor... Üşenmeden bu büyük padişahın hayatını okuyalım...

Osmanlı sultanlarının dokuzuncusu ve İslâm halîfelerinin yetmiş dördüncüsü. Sultan İkinci Bâyezîd Han’ın oğlu. 10 Ekim 1470’de Âişe Hâtun’dan Amasya’da doğdu. Küçük yaşta İstanbul’a gönderilen Selîm, dedesi Fâtih Sultan Mehmed Han’ın terbiyesinde yetişti. Şehzâde Selîm; Kur’ân-ı kerim, tefsir, hadîs ve fıkıh dersleri yanında yüksek fen ilimlerini de öğrendi. Diğer taraftan ata binmek, güreş tutmak, ok atmak ve kılıç kullanmak da öğretildi. Çok çevik ve zekî idi. Kısa zamanda Arabî ve Fârisi’yi en iyi şekilde öğrendi. Zamanın velîleriyle görüşür, sohbetlerini kaçırmazdı. Babası ikinci Bâyezîd pâdişâh olduktan sonra, askerî sevk ve idare ile devlet yöneticiliğini öğrenmesi için, şehzâde Selîm’i Trabzon’a vâli tâyin etti. 

Karakterinin sertliğinden dolayı “Yavuz“ ve şehzâdeliğinden beri “Selim Şah“ denen Sultân Selim, 7 Safer 918/Nisan 1512'de Osmanlı padişahı olmuş ve 8 sene, 9 ay bu tahtta oturduktan sonra 8 Şevval 926/ 21 Eylül 1520'de vefat etmiştir: Zulkadiroğlu Alâüddevle'nin kızı Ayşe Hâtun'un oğlu olan Yavuz, şehzâdeliğinden beri, istikbalinin parlak olduğunu gösteren bir hayat çizgisi takip etmişti.

Anadolu'nun Safevî devletinin işgâli tehlikesine karşı, babasının ihmali ve aynı zamanda dedesi olan Alâüddevle'nin aczi karşısında şahlanan ve o dönemde Trabzon Sancakbeyi olan Yavuz, Şia’ya karşı Anadolu'yu müdâfaa hareketine girişti. Gürcülerle yaptığı muhârebeler sonucunda halkın nazarında manevi destek kazanan Yavuz, merkezin ikazlarına rağmen Şî’a ile olan mücadelesine devam etti ve bu mevzuda ihmâlkâr davranan babası II. Bayezid'i karşı bir takım mücadelerin ardından, babasının tahtı kendine terketmesi ile Padişah oldu. 

Ancak mücâdele sona ermemişti. İran meselesini halletmek için Amasya Sancakbeyi ve ağabeyi Şehzâde Ahmed ile Manisa Sancakbeyi olan Şehzâde Korkut ile anlaşması icab ediyordu. Yavuz'a karşı Şah İsmail'den yardım isteyen ve kuvvetli bir ordu ile isyana kalkışan Şehzâde Ahmed, 1513'de Bursa Yenişehir'de maslub edildi ve bağy= devlete isyan suçunun had cezası olarak idam olundu. Bu hadiseden 38 gün önce de, önceleri Yavuz'la anlaştığı ve kendisine Teke=Antalya, Hamîd = Isparta ve Midilli sancakları verildiği halde sonradan isyân eden diğer ağabeyi Korkut da aynı âkıbete uğramıştı.

Mevcut manileri bertaraf eden Yavuz, ittihâd-ı İslâm’ın mühim mani'i olan Safevî Devleti'ni ve onun sinsî reisi Şah İsmail'i halletmek üzere maddî ve manevî hazırlıklara başladı. İbn-i Kemal gibi allâmelerden bu fitnenin def’i için fetvâ alan Yavuz, 920/1514'de Çaldıran zaferini kazandı ve şarkın kapılarını Osmanlı Devleti’ne açtı. Kemah, Bayburt, Erzincan ve Kiğı Osmanlı Devleti'ne 921/1515'de ilhâk edildi. Bunu, aynı yıl Çaldıran zaferinden dönerken üzerine gidilen Zulkadiroğullarının Osmanlı Devleti'ne ilhâkı ta'kip etti. Bütün bu gayretlere rağmen, doğu ve güneydoğu bölgeleri Şi’a tehlikesinden kurtulamamıştı. İşte bu işi, büyük âlim İdris-i Bitlisî ve Bıyıklı Mehmed Paşa üstlendi. Bunların samimi gayretleri sonucu, 1516 ve ta'kip eden yıllarda, başta 26 aşiret olmak üzere, mühim Kürt ve Türkmen beylikleri, istimâlet ile yani kendi arzu ve istekleri ile Osmanlı Devleti’ne iltihâk eylediler. Böylece Doğu Anadolu top yekûn Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde kaldı.

Herhangi bir harb olmadan Doğu Anadolu’nun Osmanlı Devleti’ne iltihâkı ve Şah İsmail'in mağlûbiyeti Memlüklüleri ve Sultânları Kansu Gavri'yi rahatsız etmişti. Bu durumu hisseden ve Memlüklülere İslâm birliğini bozdurmak istemeyen Yavuz, Memlüklülerin üzerine yürüdü ve 922/1516 yılında Mercidabık'da Kansu Gavri karşısında büyük bir zafer kazandı. Bu zafer, Malatya, Divriği, Dârende, Besni, Gerger, Kâhta, Birecik ve Anteb'in de yeniden ve sağlam bir şekilde fethine yol açtı. Aynı yıl (922), Haleb ileri gelenleri, erkân-ı devleti ve ulemâsı ile Yavuz'a itaat ve teslimiyet mektubu gönderdiler. Böylece Haleb, Antakya, Hama ve Humus kaleleri de Osmanlı Devleti'ne ilhâk olundu ve eyâlet haline getirildikten sonra Haleb Beylerbeyliğine Karaca Ahmed Paşa getirildi. Daha sonra ise, Dâr-üs-Selâm Şam'a girildi ve birçok Arab Şeyhi kendi arzuları ile Osmanlı Devleti’ne iltihâk eyledi.

922/1516'da Kansu'nun yerine geçen Tomanbay'a bir nâme gönderen ve Mısır'a yürüyeceğini belirten Yavuz Sultân Selim, Safed, Nablus, Kudüs, Aclûn, Gazze ve kısaca Suriye ve Filistin'i de yol üzerinde feth eyledi. 923'de Kahire ve Mısır'ı, Ridâniye harbini zaferle kazanarak Osmanlı topraklarına ilhâk eden Yavuz, böylece şarkta tam bir ittihâd-ı İslâm kahramanı oldu. Böylece Anadolu, Karaman, Rûm ve Rumeli eyâletlerine ilâveten Osmanlı Devleti’ne Diyarbekir, Haleb, Mısır, Şam ve Zülkadriye Eyâletini de ilâve etmiş oldu.

Son Abbasî halifesi III. Mütevekkil Alellâh'dan Ayasofya'da yapılan bir dinî merâsimle halifelik ünvanını da kazanan Yavuz, Mekke Şerifi Ebul-Berekât'ın oğlu Şerif Ebu Nümey vâsıtasıyla Mekke'nin anahtarlarını kendisine göndermesiyle de hâdim'ül-Haremeyn vasfını elde etmişti. Doğuda ittihâd-ı İslâmı tahakkuk ettiren Sultân Selim, Batıdaki İslâm düşmanlarına da dersini vermek üzere 2 Şa'ban 926/1520'de sefere çıktı; ancak 8 Şevvâl 926'da yakalandığı bir hastalıkla manevi şehid oldu.

Netice olarak eyâlet sayısı dört olan Osmanlı Devleti'ni, 8 sene gibi kısa bir zamanda iki katına çıkardı. Son zamanlarına doğru te'sis edilen Cezâyir Eyâleti de hesâba katılırsa, Osmanlı Devleti'ne, bu dönemde beş eyâlet daha ilave edilmiş oldu. Safevilerden de Erbil, Kerkük ve Musul alınmış ve Bağdat Eyâleti'nin temelleri atılmıştır.

Merkez teşkilâtındaki en önemli değişiklik, Yavuz Sultân Selim'in Şarkî Anadolu ile Maraş, Malatya ve havalisini fethetmesi üzerine, 922/1516'da Arap ve Acem Kazaskerliği ünvanıyla Divan'a dâhil olmayan bir kazaskerliğin ihdâs edilip Diyarbakır'ın bu kazaskerliğe merkez olması ve bu hizmete de meşhur tarihçi İdris-i Bitlisî'nin getirilmesidir. Suriye ve Mısır da Osmanlı Devleti’ne tamamen ilhâk edilince, bu üçüncü kazasker de divan-ı hümâyûn hey'etine dâhil edilmiş ve bu hizmete Fenarî-zâde Mehmed Şah Efendi getirilmiştir. Daha sonra Pîrî Paşa zamanında bu makam kaldırılmış ve muâmelâtı Anadolu Kazaskerliği'ne devredilmiştir.

Yavuz dönemindeki devlet adamları arasında Sadrazam Koca Mustafa Paşa, Hersek-zâde Ahmed Paşa, Pîrî Mehmed Paşa ve nişancı Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi; ilim adamları arasında Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi, Şeyhülislâm Kemal Paşa-zâde, Mü’eyyed-zâde Abdurrahman Efendi ve Kara Muhyiddin Efendi zikredilebilir. 

Yavuz Sultan Selîm Han vefât ettiği zaman 50 yaşında idi. 8 senelik saltanat içinde yaptığı işler baş döndürücü oldu. Osmanlı Devleti’nin topraklarını 2,5 mislinden fazla genişletti. Yaptığı büyük fütûhatı Osmanlı Devleti 4 asır muhafaza etti. Babasından devraldığı 2. 373.000 km2 ülke topraklarını; 1.702.000 km2’si Avrupa’da, 1.905.000 km2’si Asya’da, 2.250.000 km2’si Afrika’da olmak üzere 6.557.000 km2’ye çıkardı. Yavuz Selîm Han, Avrupa’daki vaziyeti olduğu gibi muhafaza ederken, asıl tehlikenin doğudan geleceğini tahmin ettiğinden saltanatı müddetince bütün gücünü o tarafa sarfetti. Böylece kendisinden sonra oğlunun Avrupa’da ve Akdeniz’de daha emniyetli faaliyette bulunmasını sağladı. Şehzâdeliği ve sultanlığı zamanlarında at üstünden inmeyen Yavuz Sultan Selîm Han, ömrünün çok az bir kısmını İstanbul’daki sarayında geçirmiştir. 

Kaynakça 

Derleyen Araştırmacı - Enes DEMİR 

Tâc-üt-Tevârih, cild-2 sh. 397

Şakâyık-ı Nu’mâniyye zeyli (Atâi); sh. 217 

Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkuresi Târihi; cild-II, sh. 390 v.d. 

Müneccimbaşı Târihi; vr. 93 a

Tevârih-i Âl-i Osman (Millet Kütüphânesi No. 29) Defter, 9. vr. 25

Devlet-i Osmâniyye Târihi Tercümesi (Hammer); cild-4, sh. 101

Selimnâme (İshâk bin İbrâhim) Süleymâniye Kütüphânesi, Âşir Efendi Kısmı, No. 655

Tabakât-ül-Memâlik, Süleymâniye Kütüphânesi, Ayasofya kısmı. No. 3396

Târih-i Sultan Selîm Han (Celâl-zade Sâlih Çelebi), Süleymâniye Kütüphânesi, Hüsrev Paşa Kısmı. No. 354

Osmanlı Târihi (İ. H. Uzunçarşılı) cild-2, sh. 233

Rehber Ansiklopedisi; cild-15, sh. 141

Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Kanuni nin mütevaziliği

Kanuni, Süleymaniye Cami’nin temelini atarken yanında bulunan Şeyhülislam Ebusuud Efendi’ye: 
-Üstadım, dedi, bu işe benden daha layıksınız, yapılacak caminin temel taşını siz koyunuz. Bir şaheser olan Süleymaniye Cami bittikten sonra ise Mimar Sinan’a:
-Bu cami-i şerifi sen yaptın. Kapılarını ibadete açmak senin hakkındır, demiştir

Molla Fenari

Osmanlı şeyhülislamlarından olan Molla Fenari şeyhülislam olmadan önce Bursa kadısı idi. Onun kadılığı sırasında bir adam pazardan bir at satın aldı. Fakat alışverişin hemen arkasından atın hasta olduğunu farketti. Geri vermesi gerekiyordu 
ama satın aldığı adam zorluk çıkartır. Atın hastalığını kabul etmez diye önce kadıya gidip resmi kanaldan işi sağlama bağlamak istedi. Mahkemeye gittiğinde kadı Molla Fenari’yi yerinde bulamadı. İşini ertesi güne bıraktı.
Fakat o gece at öldü. Adam ertesi gün olanları Molla Fenari’ye anlattı, mağdur olduğunu, ne yapması gerektiğini sordu. Molla Fenari:
-Senin zararını ben ödeyeceğim, dedi.
Adam hayretle Molla Fenari’ye baktı:
-Niçin siz ödeyeceksiniz, konuyla ilginiz ve suçunuz yok ki, dedi.
Molla Fenari:
-Evet öyle görünüyor ama aslında benim de suçum büyük. Eğer sen dün makamıma geldiğinde ben yerimde olsaydım, olaya müdahale eder, atı geri verdirir, paranı iade ettirirdim. Bu imkan şimdi yok olmuştur. Senin zararına benim makamımda bulunmamam sebep olduğu için zararı ben ödeyeceğim, dedi.

Osmanlı Develerinin ABD ye yardımı

Meksika ile 1855 yılında savaşan ABD, çöl şartlarında nakliye işlerinde kullanılmak üzere Osmanlı Devleti’nden 30 deve talep etti. Meksika sınırında bulunan birliklerine iaşe ve ikmal yardımı yapamayan ABD Hükümeti, bu konuda Osmanlı Devlet
i’nden talepte bulundu ve talebe bir cevap gelmesini beklemeden nakliye gemilerini İstanbul’a gönderdi. Dönemin Sadrazamı Fuat Paşa, ABD’nin bu talebi üzerine Sultan Abdülmecit’e bugünkü anlamda Başbakanlık tezkeresinin karşılığı olan bir tezkere-i seniyye (sadrazamlık tezkeresi) gönderdi ve 30 devenin ABD’ye gönderilmesi için yetki istedi.

Abdülmecit Han, aynı gün tezkerenin altına irade-i seniye koyarak, ABD’ye ikisi erkek, ikisi dişi olmak üzere 4 adet de deve hediye edilmesine karar verdi. ABD’nin istediği 30 deveyle birlikte, 4 hediye devenin gönderilmesi de tezkereye eklenirken, tezkerelerin ayrı ayrı hazırlanması gibi bir sıkıntı yaşanmadı. Abdülmecit Han, ABD’nin 30 deve talebi ile 4 hediye deveye ilişkin tezkereyi birleştirerek onayladı.

ABD, bugünkü pek çok güney eyaletini aldığı savaşta, askerlerine iaşe ve ikmal desteğini Osmanlı’nın develeri sayesinde sağladı. Motorlu taşıtların henüz yaygın olarak kullanılmadığı ve çöl şartlarında ulaşımın güçlükle sağlandığı dönemde Osmanlı develeri ABD’liler için adeta kurtarıcı oldu. Tarihçilere göre, ABD’nin savaşı kazanmasında Osmanlı develeri büyük rol oynadı.

Mimar Sinan

Eserleriyle Osmanlı Türk İslam tarihine damgasını vuran, Türk mimarlık tarihinin yüz akı Mimar Sinan, en büyük ve en muhteşem eseri Süleymaniye Cami’nin inşasını tamamladıktan sonra bazı bakımlardan bu ulu mabedi testlere tabi tutuyordu. Bunlardan biri de cami içinde sesin dengeli bir şekilde dağılıp dağılmadığını, mihrapta Kuran okuyan imamın sesinin en arkalardan ve diplerden duyulup duyulmadığının denemesiydi. 
Bunun için Mimar Sinan nargile kullanıyordu. Nargileyi mihraba koyuyor, içinde suyu fokurdatıyordu. 
Her devirde eksik olmayan gammazlardan biri, Anadolu halkının evliya olarak bildiği bu insanı Kanuni’ye ispiyon etmişti:
-Efendimiz, Mimar Sinan yeni yaptığı caminin mihrabında nargile fokurdatıyor...
Kanuni hiç ihtimal vermedi. Mimar Sinan’ın samimi bir Müslüman olduğuna, böyle bir şey yapmayacağına güveni tamdı. Ama usulden de olsa olayın üzerinde durmadığı takdirde yanlış anlamalara ve dedikodulara meydan vermiş olabilirdi. 
Bu nedenle bir gün aniden camiye geldi. Camide gezip dolaşırken mihraptaki nargileye gözü tesadüfen takılmış gibi yaptı. Sordu:
-Bu da ne oluyor, camide nargile kullanan mı var?
Mimar Sinan kendinden emin bir cevap verdi:
-Haşa hünkarım. Beytullah’ta (Allah’ın evi) nargile içecek kadar din, iman yoksunu değiliz. Burada bulundurmamızın sebebi, onu fokurdatmak suretiyle caminin ses düzenini kontrol etmektir. Dikkat buyurursanız nargilede tütün bile yoktur.
Her şeyin tahmin ettiği gibi çıktığını gören Kanuni Mimar Sinan’ın sırtını sıvazladı, gammaza da lanet ederek camiden ayrıldı...